hsgm resim 19Dünyada Mevcut Durum

Kanser beraberinde taşıdığı fiziksel rahatsızlıkların yanı sıra sosyal, maddi ve manevi yönleri ile mücadelesi zor bir hastalıktır. Dünya genelinde de kanser hastalığının yükü her geçen gün artış göstermektedir. Yirmi birinci yüzyılda kanser konusunda en önemli kontrol stratejisinin korunma ve erken teşhis olduğu bilinen bir gerçektir. Bu nedenle, kanserojen maddelerin tespiti ve gerekli önlemlerin zamanında alınması oldukça önemlidir.

Kanser hem dünyada hem de ülkemizde sebebi bilinen ölümler sıralamasında  kardiyovasküler hastalıklardan sonra ikinci ölüm sebebi olması açısından önemli bir toplum sağlığı problemidir. 2002 yılında ülkemizde kanserden ölümler tüm ölümlerin %12’sini oluşturmaktayken bu oran 2009’da %21’e çıkmıştır. Özellikle ortaya çıkışının önlenebildiği, taramalarla ölümün yok edilebildiği ve erken teşhis edildiğinde tedavinin yaşam kalitesine çok şey katabildiği kanser türlerini göz önüne alırsak korunmanın önemi artmaktadır

Kanserde benzer seyir devam ettiği taktirde 2030 yılına gelindiğinde yıllık 22 milyon yeni vaka ortaya çıkması yani 2008 verilerine göre yeni vakalarda %75 artış olması beklenmektedir.

Kanser %90 çevresel,%10 oranında ise genetik faktörlere bağlı oluşmakta çevresel faktörler arasında da Tütün, Alkol, Obezite ve Enfeksiyonlar ilk sıralarda yer almaktadır. Kanserle mücadelenin en önemli basamağı olan önleme çalışmaları da bu ve diğer çevresel nedenlerle mücadeleyi ve bu mücadele konusunda geliştirilen ülke politikalarını kapsamaktadır.

Birincil korunma ile önlenebilen en önemli kanser olan akciğer kanserleri ülkemizde ve dünyada en sık görülen kanserlerdir. Tütün ile mücadelenin başarıyla yürütülmesi ile akciğer kanseri başta olmak üzere larinks, mesane, pankreas, serviks, farinks ve ağız boşluğu kanserleri büyük ölçüde yok edilebilecektir.

Dünyada 15 yaş üzeri nüfusta her üç erişkinden biri yaklaşık 1,2 milyar (kimi kaynaklarda 1,3-1,5 milyara yakın kişi) tütün kullanmaktadır. Türkiye’de 15 yaş üzeri nüfusta yaklaşık 15 milyon kişi tütün kullanmaktadır.

Dünya genelinde tütün kullanımına bağlı hastalıklar nedeniyle yılda yaklaşık 6 milyon kişi ölmektedir. Ülkemizdeki tüm ölümlerin % 23’ü tütüne bağlı hastalıklar sebebiyle olmaktadır. Tütün kullanımı bu şekilde devam ettiği taktirde  2030 yılına gelindiğinde tütün kullanımı nedeniyle yılda ölen kişi sayısının yılda 8 milyonu geçmesi  beklenmektedir.  Türkiye’de ise eğer önlem alınmazsa sigaraya bağlı olan yılda 100 000  ölümün, 2030 yılına gelindiğinde  yılda 240 000 olması beklenmektedir.

Dünya Sağlık Örgütü, tarafından sağlığa çok farklı yönlerle zararlı olduğu belirtilen alkolün en önemli sağlık etkilerinden biri kanser olup çok çeşitli kanserlere yol açtığı bilinmekte, kansere bağlı mortalite ve potansiyel yaşam yılı kaybının önemli bir nedeni olmaya devam etmektedir.Bütün bunların dışında  alkolün sosyal ve ekonomik olarak da birçok zarar verici etkiye sahip olduğu bilinmektedir. Sağlığa verdiği zararların arasında çeşitli kanserlere yol açması Sağlık, ekonomik ve sosyal zararlarıyla çok yönlü olarak devletlere yük oluşturmakta olduğundan Uluslararası Alkol Eylem Planları gündeme gelmiştir.

DSÖ Avrupa Bölgesi, 1992’de ve 2000 yıllarında  alkol eylem planını onaylayan ilk bölge olmuştur. 2006 yılında Avrupa Komisyonu, gençleri, çocukları ve doğmamış bebekleri korumaya odaklanarak;

  • Alkole bağlı zararın azaltılmasında;
  • Alkole bağlı karayolu kazalarının sebep olduğu yaralanma ve ölümleri azaltmada;
  • Yetişkinler arasında alkole bağlı zararı önlemede 
  • İşyerindeki olumsuz etkiyi azaltmada ve
  • Alkol tüketiminin etkisi hakkında bilgilendirme, eğitim verme ve farkındalığı arttırmada ve AB düzeyinde ortak bir kanıt temeli oluşturma ve sürdürmede Üye Devletleri desteklemek için bir AB stratejisi bildiriminibaşlatmıştır.

Dünya Sağlık Örgütü 63’üncü Dünya Sağlık Asamblesi, 2010 yılında WHA 63.13 kararını kabul ederek, alkolün zararlı kullanımını azaltmak amacıyla küresel stratejiyi onaylamıştır. Dünya Sağlık Örgütü, Üye Devletleri küresel stratejiyi uygun bir şekilde kabul edip uygulamaya çağırmıştır. Alkolün zararlı kullanımını önlenmeyi ve azaltılmasını ve küresel stratejinin uygulanmasını öncelikli hedef olarak belirlemiş ve her düzeyde yeterli mali ve insan kaynakları sağlamayı gaye edinmiştir.

Arzı kısıtlama  tedbirleri (alkollü araç kullanma politikaları ve karşı tedbirleri, alkol pazarlama politikaları, alkol vergileri, satış noktası yoğunluğu ve satış gün ve saatleri üzerindeki sınırlamalar, asgari satın alma yaşı) ve talebi azaltma tedbirleri (sağlık hizmetlerinde ve işyerinde erken tespit ve kısa müdahaleler, tedavi ve rehabilitasyon programları) olarak tanımlanan alkol kontrolü stratejileri, alkole bağlı zararların nasıl azaltılacağı hususunda çözüm önerileri ortaya koymaktadır.shutterstock 695123611

Obezite küresel boyutta önemli bir halk sağlığı  sorunudur. Dünyada hem gelişmiş ülkelerde hem de gelişmekte olan ülkelerde obezite her geçen gün artış göstermektedir. DSÖ tarafından Asya, Afrika ve Avrupa'nın 6 ayrı bölgesinde yapılan ve 12yıl süren MONICA çalışmasında obezite prevalansında 10 yılda  %10-30 arasında bir artış saptandığı bildirilmiştir.

DSÖ verilerine göre fazla kiloluluk ve obezite, Avrupa'daki yetişkinlerde Tip 2 diyabet vakalarının %80'inden, iskemik kalp hastalıklarının %35'inden ve hipertansiyonun %55'inden sorumludur ve her yıl 1 milyondan fazla ölüme neden olmaktadır. Hiçbir önlem alınmadığı takdirde, obezite prevalansındaki artışın da 1990'lardaki hızıyla devam ettiği düşünüldüğünde, Avrupa'da 2010 yılına  kadar 150 milyon yetişkin, 15 milyon çocuk ve adolesanın obez olacağı tahmin edilmektedir. Obezite ve kanser ilişkisine dair günümüze dek yapılmış epidemiyolojik çalışmalarda obezitenin kolon, endometrium, postmenapozal meme kanseri, böbrek, özefagus, pankreas, safra kesesi, karaciğer ve hematolojik kanserler ile ilişkisi gösterilmiştir( Dünya Kanser Araştırma Fonu ve Amerika Kanser Araştırma Enstitüsü Raporu 2007). 

DSÖ’nün 2003 yılında yayınlamış olduğu raporda kanserojen olduğu belirtilen obezitenin kansere yol açma mekanizmaları oldukça komplike olup henüz tam olarak aydınlatılabilmiş değildir. Öne sürülen mekanizmalar arasında; obezite ilişkili hormonlar, büyüme faktörleri, enerji metabolizmasındaki bozukluklar, farklı sinyal yolakları ve inflamatuar mekanizmalar yer almaktadır (Calle ve ark. 2004, Drew ve ark. 2012, Dalamaga ve ark. 2012, Gallagher ve ark. 2011, Hursting ve ark. 2010, Chen J. ve ark. 2011, Harvey ve ark. 2011).

Obezite kansere neden olmasının haricinde kanser tedavisine yanıtın azalmasına, kötü prognoz ve artmış kansere bağlı  mortaliteye de yol açmaktadır (Kaidar- Person ve ark. 2011, Parekh N. Ve ark. 2012).

Doğada yaygın bulunan ve lifsi özellik gösteren asbest, akciğer zarının (plevra) malign tümörü olan mezotelyoma ve akciğer kanserine doğrudan sebep olabilmektedir. Ayrıca kalıcı fonksiyonel kayıplara yol açan akciğer ve akciğer zarında kalıcı harabiyete (asbestozis, diffüz plevral fibrozis) de yol açabilmektedir. Söz konusu bu sorunlar, asbest ile yeterli miktar ve sürede temas etmiş popülasyonlarda bir "endemi" şeklinde görülmektedir. Önümüzdeki 30 yıl boyunca gelişmiş ülkelerde endüstriyel asbest teması sebebiyle 500.000 kişinin kanser gelişmesi sonucu kaybedilmesi beklenmektedir. Dünyada Asbest teması esas olarak endüstriyel alanda gerçekleşmekte iken, ülkemizde asıl sorun kırsal alanda gerçekleşen Çevresel Maruziyettir.

shutterstock 691857409

Radon gazı yıllardır bilinen önemli bir kanserojendir ve doğal kaynaklardan yayımlanmaktadır. Akciğer kanserlerinde sigaradan sonra en önemli etken olup, akciğer kanserlerinin %3 ile 15’inden sorumludur. DSÖ’ye göre ev içi radon seviyeleri de 200-400 Bekuerel/mm3 arasında normal kabul edilmekte ayrıca  ülkelerin  önleyici tebirler ile ıslah edici tedbirler açısından etkin olanını seçmeleri için maliyet etkinlik analizi yapmalarını, ülke genelinde yapılan araştırmalar ile ev içi radon seviyelerinin tesbitini, coğrafik yapılarına göre radon haritalarının çıkarılmasını ve ulusal radon seviyeleri eşik değerlerinin tespit edilmesini öncelikli olarak önermektedir.

Tüm bu gelişmeler ile, yıllardır  ev içerisi maruziyetinin kanserojen olduğu bilinen Radon gazı ile etkileşim konusu ne yazık ki ancak son yıllarda devletlerin gündemine gelmeye başlamıştır. Avrupa Birliği üye ülkelerinde konu ile ilgili çalışmalar yeni başlamış ve İsveç dışında ülke genelinde yürütülen ulusal bir kontrol programına rastlanılmamıştır. İsveç ise çok kısa süre öncesinde ilk defa 2012-2020 Radon Kontrol Programını yayınlamıştır.

Solaryumlar  aracılığıyla olan UV maruziyeti konusunda yapılmış pek çok bilimsel çalışma bulunmaktadır. Bu çalışmalarda insanlarda özellikle cilt kanseri riskinde istatistiksel olarak anlamlı risk artışı oluşturduğunun gösterilmesi ve oldukça fazla sayıdaki laboratuar çalışmasında ve hayvan deneylerinde de kanserojenik etkilerin gösterilmiş olması dolayısıyla IARC tarafından 2009 yılında grup 1 kanserojen olarak sınıflandırılmıştır.

CDC, ICNIRP, DSÖ gibi pek çok uluslararası sağlık kuruluşu tarafından sağlık etkileri ve özellikle de kanserojen etkisi dolayısıyla bu cihazların kullanımına dair belirli kısıtlamalar getirilmesi gerektiği belirtilmiştir. Pek çok ülkede yakın tarihte bu konuda düzenlemelere gidilmiş, özellikle de<18 yaşta kullanım yasaklanmıştır.

Elektromanyetik alanlar, kablosuz internet, cep telefonları ve kanser ilişkisi teknolojinin gelişmesiyle beraber gündeme gelmiş, pek çok araştırma ve bilimsel yayına konu olmuştur. IARC tarafından düşük frekanslı elektromanyetik alan yayan cihazların kanserojen olup olmadığına dair günümüze dek yapılan tüm çalışmalar değerlendirilmiş, bu konuda yeterli veri olmadığının belirtilmesine karşın “olası kanserojen” yani Grup 2 B olarak sınıflandırılmıştır. Bununla beraber, uluslararası çalışmalar halen devam etmektedir

Türkiye ve dünyada pek çok maddenin kanser yaptığı veya kanser oluşumunu önlediği tartışılmakta, bu maddelere dair bilimsel araştırmalar yapılmakta; ancak bu araştırmaların sonucu her ne olursa olsun çoğu zaman doğru olmayan ve spekülatif nitelik taşıyan haberler dünya basınında zaman zaman yer almaktadır. Bu haberlere karşı NCI, DSÖ, IARC gibi birtakım uluslararası sağlık ajansları tarafından hazırlanan raporlar kamuoyu ile paylaşılmakta ve bilinçlendirme faaliyetleri yürütülmektedir.

Türkiye’de Mevcut Durum ve Planlamalar

Tütün Kontrol Çalışmaları shutterstock 297859049

Tütün kullanımının en yaygın şekli sigaradır ve sigarayla mücadele yıllardır sağlık politikalarımızın ana unsurlarından birini teşkil etmektedir. Bu konuda yapılan ilk yasal düzenleme 4207 sayılı kanun ile 1996 yılında yürürlüğe girmiştir.

28 Nisan 2004 tarihinde DSÖ tarafından kabul edilen Tütün Kontrolü Çerçeve Sözleşmesi (TKÇS) , Sağlık Bakanımız Sayın Prof. Dr. Recep Akdağ tarafından imzalanmış ve ardından TBMM’de kabul edilerek yürürlüğe girmiştir ve bunu takiben Ulusal Tütün Kontrolü Programı hazırlanmıştır.2008-2012 yılları arasında yürütülen Ulusal Tütün Kontrol Programı dahilindeki en önemli uygulama “%100 Dumansız Hava Sahası” olup 19 Mayıs 2008 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Ekim 2010 tarihinde de “Alo 171 Sigara Bırakma Danışma Hattı” kurulmuş ve vatandaşlarımıza sigara bırakma konusunda telefon ile eğitimli personel ve uzmanlarca bu konuda destekte bulunulmaya başlanılmıştır.

Bunun dışında; tütün ürünlerinde vergi oranlarında %80.25’lik vergi artışı yapılmış, sigara denetimleri artırılarak tablet bilgisayar ve GPS ile izlem teknolojisi kullanılmaya başlanmış, sigara paketleri üzerinde yazılı ve resimli uyarılarda düzenlemeler yapılarak medyada sigaraya karşı uyarıcı tanıtım filmlerinin yayınlanması zorunluluğu getirilmiş, sigara firmalarının sponsorlukları yasaklanmış ve sigara polikliniklerinin sayısı 423’e çıkarılmıştır.

Bütün bu sağlık politikalarının sonucunda 1993 yılında %33,6 olan sigara tüketimi 2012 yılında %27’ye kadar düşmüştür. Kişi başı sigara tüketimi ise 2000-2011 yılları arasında %25,9 oranında azalmıştır.

Ayrıca; 19 Temmuz 2009 – 1 Temmuz 2010 arasında, İstanbul’da yapılan araştırma sonuçlarına göre solunum yolu enfeksiyonu ve astım krizi nedeniyle olan başvurularda %20 civarında azalma tespit edilmiştir.

Yasanın ve Ulusal Tütün Kontrol Programının uygulanması aşamasında da devam eden politik kararlılık, Türkiye’deki başarının en önemli ayağını oluşturmuştur. Türkiye bu politik kararlılık ve istikrarlı uygulamaları nedeniyle DSÖ tarafından 2 yıl ara ile ödüllendirilmiştir. Sonuçta Türkiye, 12 Temmuz 2012 tarihindeki yasal düzenlemede yapılan değişikliklerin uygulamaya girmesi ile DSÖ’nün MPOWER kriterlerinin tamamını karşılayan ilk ülke konumuna gelmiştir.

Ülkemizde sigara ile mücadele devam etmekte sağlık politikalarımız bu konuda sürekli dünya standartlarına göre düzenlenmektedir.

Türkiye Obezite (Şişmanlık) ile Mücadele ve Kontrol Programı

2010 yılında başlatılan Türkiye Obezite (Şişmanlık) ile Mücadele ve Kontrol Programı’nın amacı, ülkemizde görülme sıklığı giderek artan, çocuklarımızı ve gençlerimizi etkileyen bu hastalıkla etkin şekilde mücadele etmek, toplumun obezite ile mücadele konusunda bilgi düzeyini artırarak bireylerin yeterli ve dengeli beslenme ve düzenli fiziksel aktivite alışkanlığı kazanmalarını teşvik etmek ve böylece ülkemizde obezite ve obezite ile ilişkili hastalıkların (kalp-damar hastalıkları, diyabet, bazı kanser  türleri, hipertansiyon, kas-iskelet sistemi hastalıkları vb.) görülme sıklığını azaltmaktır.

Ayrıca, ülkemizde çeşitli kamu kurum ve kuruluşları, üniversiteler, özel sektör, sivil toplum kuruluşları vb. pek çok kurum ve kuruluş tarafından obezitenin önlenmesine yönelik çeşitli programlar, projeler ve eğitim çalışmaları sürdürülmektedir. Sürdürülen bu çalışmaların koordinasyon içinde olması ve bir yol haritası dahilinde yürütülmesi başarı düzeyini etkileyen önemli bir husustur. Eylem planı ile ülkemizde planlanan çalışmaların belirli bir program dahilinde yapılması,  ölçülebilir, izlenebilir olması ve eşgüdümün sağlanması da amaçlanmaktadır

Asbest  Projesi

shutterstock 673307503Bakanlığımızca yapılan ilk çalışmalar 2009 yılında başlamıştır. Özellikle Türkiye’nin jeolojik yapısı itibariyle asbestin yoğun olduğu bir ülke olması ve  gelişmiş ülkelerde mesleki temas ön planda iken bizde hem mesleki hem de çevresel temasın yoğun olması dolayısıyla ülke genelinde farklı bölgelerde asbest analiz ve ıslah çalışmaları yürütülmüştür.. Burada izlenen yöntemleri şu şekilde özetlemek mümkündür;

  • Sağlık Müdürlükleri elemanlarınca köylere gidilerek muhtar ve vatandaşlarla görüşülmüş ve toprakla temasın olabileceği yerler tespit edilmeye çalışılmıştır. Tespit edilen yerlerin birçoğunda evlerin boyanması, yolların asfaltlanması, asbestli toprağın getirildiği yerlerin kapatılması ve halkın bu toprağı kullanmaması için Müdürlük, Valilik, Belediye, Kaymakamlık ve ilgili Bakanlıkların İl Müdürlüklerince çalışmalar yürütülmüştür.
  • Özellikle bir çok evin boyanması sağlanmış, maddi durumu olmayan vatandaşlarımız Kaymakamlıkların yapmış olduğu maddi yardımlarla evlerini boyamış, bir çok köy yolu asfaltlanmış, birçok yerde kullanım engellenmiş ve eğitim çalışmaları yürütülmüştür.

Kasım 2013 yılında Sağlık Bakanlığı Kanser Daire Başkanlığı ve Çevre Daire Başkanlığı koordinatörlüğünde başlatılan Ulusal Asbest Islah Projesi 2 fazdan oluşmaktadır.

Ulusal Radon Haritalaması

Ülkemizde 81 ilde yapılacak ölçümlerle “Türkiye Radon Haritası” oluşturulması ve sonrasında” Ulusal Radon Kontrol Programı” geliştirilmesi planlanmıştır. Bu çerçevede;

  • Projeyi ortaklaşa yürütmek üzere TAEK ile Radon protokolü yapılmıştır.
  • “Türkiye Radon Haritası” oluşturulmak üzere 81 ilde Radon ölçümleri yapılacak ve bu konuda ilgili personele TAEK ve bakanlığımızca eğitim düzenlenmiştir.

Ulusal Radon Haritalama Projesi sonrasında DSÖ tarafından belirlenen standart değerlerin üstünde Radon ölçümü yapılan yerlerde ıslah projesi başlatılması planlanmaktadır

Solaryum Merkezleri ve Solaryumlar

CDC, ICNIRP, DSÖ gibi pek çok uluslararası sağlık kuruluşu tarafından sağlık etkileri ve özellikle de kanserojen etkisi dolayısıyla  solaryumların kullanımına dair belirli kısıtlamalar getirilmesi gerektiği belirtilmiştir. Bu ajansların yayınladıkları raporlarda özellikle 35 yaş altındaki kişilerin melanom geliştirme riski diğer yaş gruplarından yüksek olduğundan ülkelerde özellikle <18 yaştakiler için bu kısıtlamaların önem arz etmekte olduğu vurgulanmıştır.

Bu konuda birçok ülkede yasal düzenlemelere gidilerek bu ülkelerin bir kısmında tamamen, bir kısmında ise 18 yaşın altındakiler için solaryum kullanımı yasaklanmıştır.

Elektromanyetik Alanların Sağlık Etkilerinin İzlem ve Değerlendirilmesi shutterstock 570103207

Mevcut bilimsel verilere göre baz istasyonları veya cep telefonlarının kansere yol açtığına dair ya da insan sağlığına olumsuz etkisini gösteren net bir kanıt bulunmamaktadır.

Ülkemizde mevcut baz istasyonlarının kurulumu ve çalışmaları sırasındaki elektromanyetik alan yayınımları yasal olarak Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumunun (BTK) tarafından denetlenmekte ve takip edilmektedir.

Baz istasyonlarının kanser yapıcı etkileri Dünya Sağlık Örgütü’ne bağlı faaliyet gösteren Uluslararası Kanser Araştırma Ajansı tarafınca takip edilmektedir. Türkiye, IARC’ın 24 aktif üyesinden birisi üyesi olarak konu ile ilgili bilimsel gelişmeleri yakından takip etmekte ve kamuoyu ile paylaşmaktadır.

Kanser Raporları

Uluslararası Kanser Önleme Ajansı (IARC)’ın 24 aktif üyesinden biri olarak güncel  bilimsel veriler tarafımızca takip edilmekte ve kanserojen olduğu veya önlediği iddiasıyla basında yer alan veya kamuoyunda tartışılan maddelere yönelik geniş literatür incelemesi yapılarak  ayrıntılı bilgi notları ve bilimsel raporlar  hazırlanmaktadır.  Mevcut raporlarımıza örnek olarak;

  • Elektromanyetik Alanlar Cep Telefonları ve Kanser raporu,
  • Hipertermik Radyoterapi raporu,
  • Homeopati Raporu,
  • Brokoli, Zencefil, Fitalat, Formaldehit, Esmer Şeker, Bisfenol A  ve Kanser Raporları verilebilir.

 Hazırlanan bu bilgi notu ve raporlar  ile ilgili basın müşavirliğine bilgi verilmekte, zaman zaman da basın ve kamuoyu  ile paylaşılmaktadır.

Epidemiyolojik Araştırmalar

Kanser ve kanser sebep olabilecek etkenler ile ilgili vatandaş, kamu veya özel kuruluşların talep, görüş, şikayetleri ve basında çıkan haberler Dairemizce değerlendirilip, mevcut verilerle gereken araştırmalarda yapılarak, gerekli durumlarda danışma kurullarının da görüşleri alınarak cevaplar hazırlanmaktadır.